İslam Ve Tasavvuf
İSLAM VE TASAVVUF  
  Ana Sayfa
  Allah Dostları
  İslam Alimleri
  Yeseviyye
  => Yesevîlik'te Zikr-i Erre
  => MİR'ÂTÜ'L-KULÛB 1. Bölüm
  => MİR'ÂTÜ'L-KULÛB 2. Bölüm
  => AHMED YESEVÎ’NİN MENÂKIBI
  => YESEVİLİK ARAŞTIRMALARININ SORUNLARI ÜZERİNE BİR DENEME
  Tasavvuf
  Tarikatlar
  Menkibeler
  DİVAN-I HİKMET
MİR'ÂTÜ'L-KULÛB 2. Bölüm

Bilesin ki, Hz. Peygamber, miracda Rabbu'l-izzet'e varıncaya kadar elli mertebe aştı.
1. Akıl,
2. Onun (Teâlâ) varlığını bilmek,
3. Onun kâinâttan önce var olduğunu bilmek,
4. Onun bâkî olduğunu ve yok olmayacağını bilmek,
5. Diri olduğunu ve ölmeyeceğini bilmek,
6. Âlim olduğunu bilmek,
7. Kâdir olduğunu bilmek,
8. İşitici olduğunu bilmek,
9. Gördüğünü bilmek,
10. Dilediğini bilmek,
11. Fâil (iş yapan) olduğunu bilmek,
(12. metinde eksik),
13. Emredici olduğunu bilmek,
14. Benzerinin olmadığını bilmek,
15. Doğurmadığını ve doğurulmadığını bilmek,
16. Onun yerine geçecek birşeyin olmadığını bilmek,
17. Hikmet sâhibi olduğunu bilmek,
18. Doğru sözlü (samîmî) olduğunu bilmek,
19. Hiçbir şeye ihtiyacının olmadığını bilmek,
20. Peygamberler gönderdiğini bilmek,
21. Kalpleri ülfet ettirdiğini söyleyen olduğunu bilmek,
(22. metinde eksik)
23. Kabirlerden diriltenin O olduğunu bilmek,
24. Onun, iyilik yapanları fiillerinden dolayı sevdiğini bilmek,
25. Kulların günâhlarını affettiğini bilmek,
26. Âdil olduğunu bilmek, (metinde eksiklik ve yanlış yazımlar var), sonra niyet, sonra sabır, sonra yakîn, havf, recâ, hayâ, hilm, şerh (kalbin açılması), tasdîk, îtikad, ihlâs, istiâne (yardım isteme), temkîn, kabûl, tevekkül, tefvîz (işleri Allah?a havâle edip râzı olma), zühd, nasîhat, şefkat, velâyet, ilim, kerâmet ve rahmet (mertebeleridir). (Hz. Peygamber) bu mertebeleri aşınca niyetine ve maksadına ulaştı. Hak Teâlâ'dan tüm ikramları gördü. Öyle ki gönül ve gönül sâhibi (peygamber) için hiç bir perde kalmadı. Lutuf ve şevk yakınlığı ile Hakk'a iki yay mesâfesinden daha yakın oldu. Bu, (vuslata) eren önceki mutasavvıfların görüşüdür.

Sûfî Muhammed Dânişmend, Sultânü'l-ârifîn Hâce Ahmed Yesevî (r.h)'dan nakleder ki: Mukarreb olup Hakk'a yakınlık makamında duran kişi, Hak Teâlâ'nın cemâli ile müşerref olur. Nitekim Peygamber (s.a): Gönül gözümle cemâli müşâhede ettim, dedi ve beden (baş) gözüyle görmedim, dedi. Mevlâ Teâlâ şöyle haber verir: Allah Teâlâ'nın kelâmı: Fakat (o kul Allah'a) yakın olanlardan ise, ona rahatlık, güzel rızık ve Naîm Cenneti vardır[92]. Ama inkârcı ve münâfıklar şöyle dediler: (Böyle) mirac nasıl olur, yedi kat göğü bir saatte kat etmek, onun ilginçliklerini görmek, Cennet?'i seyredip ilginç yerlerinde dolaşmak, ayrıca Arş, Kürsî, Levh ve kalemi görmek, vâsıtasız doksan bin kelâm konuşmak ve kurbet makâmında durup cemâl-i ilâhîyi müşâhede eylemek, bu işler imkânsızdır, dediler.

Şeyh Necmeddin Kübrâ (r.h) der ki: Bu yolda sabır ile murâda ulaşan kişi hakkında Allah kelâmı şöyle haber verir: Ancak sabredenlere mükâfâtları hesapsız ödenecektir[93]. Rasûlullah (s.a) de şöyle buyurur: Sabır, Allah Teâlâ'nın hazînelerinden bir hazînedir. Onu ancak velî kuluna bahşeder. Şeyh Necmeddin Kübrâ (r.h) şöyle dediler: Şerîatta belâya sabretmek, tarîkatta belâya şükretmek ve hakîkatta belâdan tad almak gerekir.

Hz. Hâce Ahmed Yesevî'den çok önceleri, (Âdem aleyhisselâm'a) şerîat verildi. Sıra İbrâhim (a.s)'a gelince tarîkat verildi, Muhammed Mustafa (s.a)'e gelince hakîkat verildi. O zaman Peygamber (s.a) münâcâtta bulundu: İlâhî! Bu hakîkatla yürümek zordur. Ümmetlerim bu yolla amel edemez, âsî olurlar, deyince Allah Teâlâ fermân buyurdu: Senin ümmetlerine şerîatı, tarîkatı ve hakîkatı verdim. İsterlerse ikisinden yürüsünler. Ama ey Muhammed! Hakîkatı (herkese) söyleme, ârif ve âşık olanlara açıl (söyle). Çünkü bu anlatılmayacak sır ilmidir, dil ile anlatma, dediler. Hakîkatla yürüyorum deyip iddiâ edenler ve Hakk'a yakın şeyh diye adlandırılan kimseler, bu hakîkat konusunda anlatılan yetmiş makamı geçip, yetmiş bin perdeyi aşıp hakîkata girse ve Rasûlullah (s.a)'in gördüklerini görseler, (o zaman) mânevî hâlleri düzgün ve iddiâları doğru olur. Hakk'a yakınlık ve şeyhlik onlara câiz olur. Ama hakîkat konusunda anlatılan yetmiş makamı geçmeden, yetmiş bin perdeyi aşmadan ve Hz. Peygamber (s.a)'in gördüklerini görmeden, bir kimse "ben Hakk'a ulaşıyorum" diye iddiâda bulunsa, iddiâsı yalan, kendisi yalancı ve Tanrı'ya düşman olur. Nitekim buyurdular: Yalancı, Allah'ın düşmanıdır. Nebî (a.s) buyurdu: Her iddiânın bir mânâsı (içeriği ve özü) vardır. Mânâsı olan kişi doğru, olmayan ise yalancıdır. İnsanlara öyle bir zaman gelecek ki iddiâ çok ama mânâ (ve mâneviyât) az olacak. Kim bir şeyi iddiâ eder ama karşılığını bulundurmazsa, o yalancıdır. Peygamber doğru söyledi.

Kutbu!l-aktâb Hâce Ahmed Yesevî ve Tabakât meşâyıhı (Tabakâtu's-sûfiyye adlı eserdeki ilk dönem sûfîleri) şöyle demişlerdir: Âhir zamanda bizden sonra öyle şeyhler zuhûr edecek ki, Şeytan aleyhi'l-la'ne onlardan ders alacak ve onlar Şeytan'ın işini yapacaklar. Halka dost olup halk ne isterse onu yapacaklar. Müridlerine yol gösterip onları maksada ulaştıramayacaklar. Dış görünüşlerini süsleyip müridden çok hırs sâhibi olacaklar ve içleri (bâtınları) harâb olacak. Küfür ile îmânı farklı görmeyecekler, âlimleri sevmeyecek ve onlara iltifât etmeyecekler. Ehl-i Sünnet ve cemâatı düşman görüp ehl-i bidat ve dalâleti sevecekler. Kötülüklerini öne çıkarıp Hak Teâlâ'dan iyilik umacak ve şeyhlik iddiâsında bulunacaklar. Ama şeyhlik işini de kötü yapıp müridlerin kapısında (veya istekleri doğrultusunda) yürüyecek. Bu haldeki kişi, müride şeyhlik yapmamalı ve ondan bir şey almamalıdır. (Ama) mürid birşey vermezse, o zorla alacak. Eğer o aldığı nesneyi lâyık olan kişiye ve yoksula vermeyip kendine ve âilesine sarf ederse, it ölüsü yemiş gibi olur. Eğer o taraftan alıp yese veya kıyâfet giyse, o giysi üzerinde (omuzunda) olduğu sürece, kıldığı namaz ve tuttuğu oruç Allah Teâlâ dergâhında makbûl olmaz ve yediği her lokma için Cehennem?de üçbin yıl azap görür.

ultânü'l-ârifîn şöyle derler: Bizden sonra böyle bir bidatçıya kim pîr deyip hizmet etse kâfir ve mel'ûn olur. Böyle bir kimsenin yaptıklarını ilim yerine (bedeline) tutmak ve bidatını sünnet yerine tutup helâl görmek, tüm bunlar şerîatta küfür, tarîkatta reddedilmiş ve hakîkatta usanılmış işlerdir. Ayrıca Hâce Ahmed Yesevî (r.h) dediler ki: Vay o kişilere ki böyle şeyhlere el uzatıp mürid olurlar. Kendilerini azâba atarlar. Şüphesiz azâbım şiddetlidir[94].

Ey Derviş! Şeyhlik dâvâsında bulunan kimsenin, kırk yıl bir mürşid-i kâmilin hizmetinde bulunmuş, çile çekip ondan icâzet almış olması gerekir. (Aksi takdirde) onun mürid edinmesi ve hediye alması haram ve bâtıldır. Şerîata aykırı iş yapan kişi dinden çıkar, tarîtata aykırı iş yapan da merdûd olur, reddedilir. Ve her kim tevbe etmeden dünyâdan göçerse Cehennem'de azap görür. Bundan Allah'a sığınırız.

Hikâye: Günlerden bir gün Şeytan aleyhi'l-la'ne, Hızır (a.s)?a dedi ki: "Bilesin ki, ben mü'minlere günâhı kolaylaştırırım, namazı terketmek, dînen şuç işlemek ve dünyevî arzulara heves gibi konulara onları teşvit eder özendiririm. Kalplerini bozarım ama onlar kendilerini başkalarına sâlih, zâhid ve müslüman olarak gösterirler. Hakîkatta Mevlâ Teâlâ katında münâfık olurlar, benim arzum da hâsıl olur". Hızır (a.s) dedi ki: Bu sözleri Şeytan'dan işittim ve Rasûlullah (s.a)'e söyleyince efendimiz çok ağladılar ve şöyle buyurdular: Ey Hızır! Bunun çâresi şudur: O mel'ûn kul, mü'minin gönlüne bozuk düşünceleri salar. Mü'min sünnet ve farz namaz arasında kelime-i temcîdi çok okusun. Ardından şu duâyı okusun: Ey Allah'ım! Lâ ilâhe illallah Muhammedü'r-rasûlullâh kelâmı hürmetine, şirk, nifak ve bedbahtlığın saâdete gâlip gelmesi hâllerinden sana sığınırım. Müşrikler beğenmese de, (Allah Teâlâ, Hz. Peygamber'i), bütün dinlerden üstün kılmak üzere hidâyet ve hak din ile gönderdi.

Bunun (vesvesenin) mânâsı şudur: Şeytan, namaz içinde vesvese verse, namaz kılanın gönlü istikrarsız olup birçok şeyi düşünür, rükû, secde, tesbîhler ve namazın tüm şartlarını yerine getiremez, riyâdan daha beter bir yola sapar ve tüm tâatı geçersiz olur. İşte namaz kılan kişiyi böyle bir hâl kuşatırsa şu kelime-i temcîdi çok okusun: Allahım! Bizi koru, utandırma, riyâdan ve hevâya uymaktan koru, rızân ve rahmatinle hâlis olarak tâatına muvaffak eyle, ey merhametlilerin en merhametlisi.

Eğer deseler ki: Nur kaç kısımdır? Cevap olarak de ki: Üç kısımdır. Birincisi nûr-i zât, ikincisi nûr-i sıfât, üçüncüsü nûr-i hâk (toprak nûru). Nûr-i zât, Allah Teâlâ?nın nûrudur. Nûr-i sıfât, Hz. Muhammed Mustafa (s.a)'in nûrudur. Nûr-i hâk, insanoğlunun bu dünyada gördüğü mülk nûrudur.

Eğer deseler ki: Şerîat îmânı, tarîkat îmânı ve hakîkat îmânı nasıl olur? Cevap olarak de ki: Şerîat îmânı, kelime-i tayyibe (Lâ ilâhe illallâh) okumak; tarîkat îmânı, Allah Teâlâ'dan korkmak ve hakîkat îmânı, dürüstlük (ve samîmiyet) ile Hak Teâlâ'ya yönelmektir.

* İLAM Tasavvuf Araştırmacısı.
DİPNOTLAR:
[1] 1953'te bir makâle neşreden Zeki Velidi Togan eserin kaybolduğunu duyurmuş (Togan, s. 523), 1977'de Fakr-nâme'yi neşreden Kemal Eraslan, önsözde eserin İstanbul Ün. Ktp., TY, nr. 3893'te bulunduğuna işâret etmiştir (Eraslan, "Fakr-nâme", s. 45).
[2] Yesevîlikle az çok alâkalı bazı eserlere Fuad Köprülü tarafından yeri geldikçe temâs edilmiş (meselâ: Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 44-46, dipnot: 38-41; a. mlf. "Ahmed Yesevî", s. 211, 213), bilâhare bunlar Mustafa Kara Bey tarafından biraz geliştirilerek bir liste hâline getirilmiştir (Kara, II, 42-47). Bu makâlede, o listede olmayan eserlere temâs edilerek bir nevî zeyl yazılmış olacaktır.

[3] bk. Bağdatlı, I, 314.
[4] İleride bu eserlere temâs edilecektir.
[5] Münzirî, III, 380-381.
[6] Azamat, VII, 432.
[7] Okuyucu, s. V-IX.
[8] Seyyid Ahmed Beşîrî'nin (ö. 862/1458) özellikle Üveysî meşâyıhına yer verdiği söylenen Heşt Hadîka adında bir eseri Taşkent'teki Şarkiyat Enstitüsü Kütüphânesi'ndedir (nr. 1477). Bk. Semenova, III, 271.
[9] Nefîsî, I, 407.
[10] Richard, I, 274.
[11] Bu Tekmile, Menâkıbu'ş-Şeyh Muhammed Âlim Azîzân adıyla da bilinmekte olup bir nüshası Medîne-i Münevvere'deki Ârif Hikmet Kütüphânesi'nde bulunmaktadır (nr. 902/107). Ancak bu kütüphânenin bir süre önce Ravza-i Mutahhara'nın Bâbü's-selâm cihetinde bulunan Melik Abdülazîz Kütüphânesi'ne taşındığı söylenmektedir.
[12] Âlim Şeyh için bk. Muhammed Şerîf, Huccetü'z-zâkirîn, vr. 137b-157b; Râkım, vr. 233b; Semerkandî, s. 116; Buhârî, s. 135; Storey, I/2, s. 983; Münzevî, XI, 893-4.
[13] Tuhfetü'l-ensâb-ı Alevî'nin bir nüshası Taşkent'teki Şarkiyat Enstitüsü Kütüphânesi'ndedir (nr. 1459). bk. Semenova, III, 340-1; Bâbâhânov, s. 93.
[14] Storey, I/2, s. 983; Semenova, III, 354; Münzevî, XI, 893-4.
[15] Lemehât'ın bin nüshasını bana hediye eden azîz dostum M. Nezîr Rânchâ Bey'e teşekkürü bir borç biliyorum.
[16] Akimuşkin ve dğr., I, 282.
[17] Muhammed Şerîf, Huccetü'z-zâkirîn, vr. 168a-b.
[18] Buhârî, s. 97; Togan, s. 525-6.
[19] Bir başka nüshası, İstanbul Ün. Ktp., FY, 658 numarada kayıtlıdır.
[20] Diğer bir yazması Taşkent?te Şarkiyat Enstitüsü'ndedir (nr. 4164). bk. Semenova, III, 353. Diğer bir nüshası için bk. Akimuşkin ve dğr., I, 152.
[21] Buhârî, s. 97.
[22] Nakşbendiyye'nin Kâsâniyye kolu bu zâta nisbet edilmektedir.
[23] bk. Semenova, I, 133, III, 353; DeWeese, ?The Mashâ?ikh-i Turk and the Khojagân?, s. 203-4.
[24] Semenova, III, 354.
[25] İsveç, Uppsala Üniversitesi Ktp., nr. 472, vr. 177a-218. Tasavvufî âdâbla ilgili olup dört bölümden oluşan bir eserdir. Müellif Hâce İshâk hakkında bk. Âlim Şeyh, Lemehât, s. 142-143.
[26] Bir nüshası Taşkent'teki Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi?ndedir. bk. Urunbaeva-Epifanovoi, VII, 405. Hicrî VIII. asırda yaşamış olan Pehlivân Mahmûd Ata ile Bahâeddîn Nakşbend arasında geçen bir hâdise için bk. Âlim Şeyh, Lemehât, s. 283-5.
[27] Bir nüshası Taşkent'teki Şarkiyat Enstitüsü Kütüphanesi'ndedir (nr. 1846, vr. 1b-380a). bk. Semenova, III, 317. Nefahâtü'l-üns'e bazı Türk meşâyıhının ilâve edilmesiyle meydana gelmiş bir eser olduğu söylenir.
[28] Esâsen bu eserdeki bilgiler Seyyid Ahmed Hâce Nakîb'in Fevâyid-i Müntehabe adlı eserinden nakledilmiş ve Türk meşâyıhı hakkında mufassal mâlûmât isteyenlerin Künûzü'l-etkıyâ adlı esere bakmaları tavsiye edilmiştir. bk. Buhârî, s. 85. Fevâyid-i Müntehabe ve Künûzü'l-etkıyâ'nın yerlerini şimdilik bilmiyoruz, bk. Semenova, I, 94.
[29] Vilâyetnâme, s. 15.
[30] Vilâyetnâme, s. 105-6 (Gölpınarlı'nın notu); Ocak, s. 68-69.
[31] bk.Mevlânâ Safiyyüddîn, s. 50-51. Sûfî Muhammed Dânişmend?in adı Yesevî?nin hikmetlerinde de geçer, bk. Eraslan, Dîvân-ı Hikmet?ten Seçmeler, s. 180.
[32] Safî, I, 20-21. Reşahât'ın Farsça tahkîkli neşrinde bulunan bu rivâyet, Osmanlı döneminde yapılan tercümesinde yoktur. Çünkü o tercümede farklı (eksik) bir nüsha esas alınmıştır. Fuad Köprülü, çalışmalarında bu tercümeyi esas aldığı ve Lemehât, Tuhfetü?z-zâirîn gibi diğer bazı kaynaklara ulaşamadığı için Sûfî Muhammed Dânişmend hakkında Cevâhiru?l-ebrâr?ın verdiği bilgilerle yetinmiş ve: ?Sûfî Muhammed Dânişmend hakkında diğer hâl tercemesi kitaplarında hiçbir kayıt yoktur?, demiştir. bk. Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 34 (dipnot: 17).
[33] Hazînî, Cevâhiru'l-ebrâr, vr. 38b.
[34] Hazînî, Cevâhiru'l-ebrâr, vr. 40a-40b, 50a-50b. Ayrıca bk. Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 38, 89.
[35] Âlim Şeyh, Lemehât, s. 38-40, 48-123.
[36] Âlim Şeyh, s. 129-130.
[37] Muhammed Şerîf, Huccetü'z-zâkirîn, vr. 99a.
[38] "Süzük", söz ve kelâm analamına gelir, "süksük" ise atın yoldan sağa sola sapmasıdır. bk. Kadri, III, s. 141, 150.
39] Muhammed Şerîf, Huccetü?z-zâkirîn, vr. 92a. Huccetü!z-zâkirîn'i tedkîk eden Z. V. Togan, orada Sığnâkî'nin yazdığı Ahmed Yesevî hakkındaki menâkıbtan yapılan nakli yanlış anlamış, "îşân" zamirini yanlış yere bağladığı için bu menâkıbın Sûfî Dânişmend hakkında olduğunu ileri sürmüştür. bk. Togan, s. 526.
[40] Buhârî, s. 86.
[41] Semerkandî, s. 111.
[42] Mevlânâ Safiyyüddîn, s. 48-49.
[43] Câmî, s. 435-6; DeWeese, "Bâbâ Kamâl Jandî...", s. 79-81, 92-93.
[44] Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s. 36 (ve dipnot: 19), 73-74.
[45] Zetterstéen, I, 307.
[46] Zetterstéen, I, 305-313.
[47] Köprülü, "Ahmed Yesevî", s. 215.
[48-67 arasındaki dipnotlar orijinal metin transkripsiyonu ile ilgili olduğundan ilgili sayfaya nakledilmiştir.
[68] Sâffât, 37/99.
[69] Mürselât, 77/15.
[70] Âl-i İmrân, 3/110.
[71] Bakara, 2/257.
[72] Nahl, 16/123.
[73] Şuarâ, 26/88-89.
[74] Enbiyâ, 21/107.
[75] Şuarâ, 26/88-89.
[76] Bu rivâyetin bir benzeri Lemehât'ta şöyle geçer: ... Dünyâ denizlerinin gemisi zühd, tâat ve kanâattır. O geminin demiri sabırdır. Rüzgarı töhmet, gıybet ve iftirâdır. Halk deryâsının gemisi, halktan ümidi kesmek ve onlardan tamamen uzak kalmaktır... Gemiye rüzgar esince, rüzgarın şerrinden kurtulmak için demir atar. bk. Âlim Şeyh, s. 74-5.
[77] Müzzemmil, 73/1-3.
[78] Müzzemmil, 73/20.
[79] Ankebût, 29/69.
[80] Metinde böyledir.
[81] A'râf, 7/143.
[82] Nûr, 24/54.
[83] Kehf, 18/110.
[84] Zümer, 39/53.
[85] Ankebût, 29/69.
[86] Hûd, 11/112.
[87] Nahl, 16/123.
[88] Tevbe, 9/80.
[89] Ankebût, 29/69.
[90] Fâtiha, 1/5.
[91] İsrâ, 17/1.
[92] Vâkıa, 56/88-89.
[93] Zümer, 39/10.
[94] İbrâhîm, 14/7.
---------------------------------------BİBLİYOGRAFYA
Akimuşkin, O.F ve diğerleri, Persidskie i Tadcikskie Rukopisi İnstituta Naradov Azii an SSSR, Moskova 1964.

Âlim Şeyh, Muhammed Âlim Sıddîkî, Lemehât min nefahâti'l-kuds (nşr. M. Nezîr Rânchâ), İslâmâbâd-Lahor 1406/1986.
Azamat, Nihat, "Cevâhirü'l-ebrâr", TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1993,
VII, 432.Bâbâhânov, Ş.Z. ve Abdulaziz Mansur, Nakşbandîya Tarikatıga Âid Kolyazmalar Fihristi, Taşkent 1993.
Bağdatlı, İsmâil Paşa, Hediyyetü'l-ârifîn, İstanbul 1951.
Buhârî, Nâsıruddîn el-Hanefî, Tuhfetüz-zâirîn (nşr. Molla Muhammedî Mahdûm), Buhara 1910.
Câmî, Abdurrahmân, Nefahâtü'l-üns min hazarâti'l-kuds (thk. Mahmûd Âbidî), Tahran 1370 hş./1991.
DeWeese, Devin, "The Mashâ"ikh-i Turk and the Khojagân: Rethinking the Links between the Yasavî and Naqshbandî Sufi Tradition?, Journal of Islamic Studies, VII/2 (1996),
s. 180-207.DeWeese, Devin, ?Bâbâ Kamâl Jandî and the Kubravî Tradition among the Turks of Central Asia?, Der Islam, 71/1 (1994), s. 58-94.Eraslan, Kemal, "Yesevî'nin Fakr-nâme'si", İstanbul Ün. Ed. Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, XXII (1977),
s. 45-120.Eraslan, Kemal, Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler,
Ankara 1993.Hazînî, Ahmed b. Mahmûd, Cevâhiru'l-ebrâr min emvâci'l-bihâr, İstanbul Ün. Ktp., TY, nr. 3893, vr. 1b-164a.Hazînî, Ahmed b. Mahmûd, Menbau'l-ebhâr fî riyâzi'l-ebrâr, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1425, vr. 1b-81b.Kadri, Hüseyin Kâzım, Türk Lûgati, İstanbul 1928-1945.
Kara, Mustafa, Bursa'da Tarikatlar ve Tekkeler II, Bursa 1993.
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara 1981.Köprülü, Fuad, "Ahmed Yesevî", MEB İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1940, I, 210-215.
Mevlânâ Safiyyüddîn, Neseb-nâme Tercümesi (nşr. Kemal Eraslan), İstanbul 1996.Muhammed Şerîf el-Hüseynî, Huccetü'z-zâkirîn li-reddi'l-münkirîn, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 372, vr. 1b-203b.
Muhammed Şerîf el-Hüseynî, Tuhfetü's-sâlikîn, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 372, vr. 204b-246a.
Münzevî, Ahmed, Fihrist-i Müşterek-i Nüshahâ-yı Hattî-yi Fârsî-yi Pâkistân, İslâmâbâd 1990, c. XI.Münzirî, Abdülazîm b. Abdülkavî, et-Tekmile li-Vefeyâti'n-nakale (nşr. Beşşâr Avvâd Ma'rûf), Beyrut 1981.
Nefîsî, Saîd, Târîh-i Nazm u Nesr der Îrân ve der Zebân-ı Fârsî, Tahran 1363 hş./1984.Ocak, Ahmet Yaşar, Türk Sufîliğine Bakışlar, İstanbul 1996.
Okuyucu, Cihan, Cevâhiru'l-ebrâr min emvâci'l-bihâr (I. Bölüm: İnceleme), Kayseri 1995, s. V-XVI.Orun Koylakî, Safiyyüddin, Neseb-nâme (nşr. A.K. Müminov, Z.Z. Jandarbekov), Türkistan 1992.
Râkım, Seyyid Şerîf, Târîh-i Râkım, Leningrad, L'Institut des Langues Orientales, MS Pers. No. 420, vr. 1b-241b.Richard, Francis, Catalogue des Manuscrits Persans -Ancien Fonds- (Bibliothèque Nationale), Paris 1989.
Safî, Ali b. Hüseyin, Reşahât-ı Aynü'l-hayât (thk. Ali Asgar Muîniyân), Tahran 2536/1977.
Semenova, A.A., Sobranie Vostoçnih Rukopisei Akademii Nauk Uzbekskoi SSR, Taşkent 1952-1975.Semerkandî, Ebû Tâhir, Semeriyye (nşr. Îrec Efşâr), Tahran 1343/1965.Sığnâkî, Hüsâmeddîn Hüseyin b. Ali, Risâle-i Hüsâmeddîn es-Sığnâkî, Özbekistan Fenler Akademisi, (Bîrûnî) Şarkiyat Enstitüsü Ktp., nr. 11084, vr. 1b-3a.Storey, C.A., Persian Literature, London 1970 àSûfî Muhammed Dânişmend, Mir'âtü'l-kulûb, İsveç (Sweden), Universitätsbibliothek zu Uppsala, No. 472/15, vr. 158b-177a.
Togan, Zeki Velidi, "Yesevîliğe Dâir Bazı Yeni Malûmat", Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s. 523-529.Urunbaeva-Epifanovoi, Sobranie Vostoçnih Rukopisei Akademii Nauk Uzbekskoi SSR, Taşkent 1964, c. VII. (Semenova kataloğunun devamı).
Vilâyetnâme: Menâkıb-ı Hünkâr Hacı Bektâş-ı Velî (nşr. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1995.
Zetterstéen, K.V., Die Arabischen, Persischen und Türkischen Handschriften der Universitätsbibliothek zu Uppsala, Uppsala 1930.

kaynak: tasavvuf ve sufiler

 
Gönül Dostları  
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol