İslam Ve Tasavvuf
İSLAM VE TASAVVUF  
  Ana Sayfa
  Allah Dostları
  İslam Alimleri
  Yeseviyye
  => Yesevîlik'te Zikr-i Erre
  => MİR'ÂTÜ'L-KULÛB 1. Bölüm
  => MİR'ÂTÜ'L-KULÛB 2. Bölüm
  => AHMED YESEVÎ’NİN MENÂKIBI
  => YESEVİLİK ARAŞTIRMALARININ SORUNLARI ÜZERİNE BİR DENEME
  Tasavvuf
  Tarikatlar
  Menkibeler
  DİVAN-I HİKMET
Yesevîlik'te Zikr-i Erre

Dr. Necdet Tosun

Keşkül Dergisi 6. sayısında neşredilmiştir.


OrtaAsya�da Hoca Ahmed Yesevî�nin tâkipçileri olan Yesevî dervişlerininyüzyıllarca icrâ ettikleri toplu zikir usûlüne zikr-i erre yani testerezikri adı verilir. Zikrin ilerleyen aşamalarında kelimeler (esmâ)kaybolup sâdece boğazdan testere sesini andıran bir hırıltı çıktığıiçin bu şekilde isimlendirilmiştir. Bugün Yesevîlik büyük oranda târihekarıştığı için eski Yesevîler�in zikir usûllerini bilen kişileri bulmakneredeyse imkânsız hâle gelmiştir. Kaynaklarda zikr-i erre hakkındaverilen bilgiler de oldukça sınırlıdır. Yesevîler özellikle 17.yüzyılda kaleme aldıkları eserlerinde zikr-i erreye temâs etmişler,ancak bu zikrin icrâ ediliş tarzından ziyâde onun meşrûiyyetini ispatiçin cehrî zikrin câiz olduğuna dâir deliller getirmişlerdir.


Zikr-ierrenin ne zaman ve nasıl başladığı konusunda kaynaklarda birkaçrivâyet bulunmaktadır. 16. yüzyılda Semerkand civârında yaşayanNakşbendî şeyhi Ahmed Kâsânî�ye göre, Hoca Ahmed Yesevî önceleri hafî(sessiz) zikirle meşgul oluyordu. Ancak Türkistan bölgesine gidince obölge insanlarını bu zikirle yola getiremeyeceğini anlamış ve zikr-ierre adındaki sesli ve tesirli zikri başlatmıştır[1].


Birbaşka rivâyet, öz olarak buna benzemekle birlikte, daha menkabevîdir.Bu rivâyete göre, Hızır (a.s) bir gün Hoca Ahmed Yesevî ile sohbetetmeye gelmişti. Hoca�nın her gün gönlü ferah iken o gün sıkıntı içindeolduğunu gören Hızır hayretle sebebini sormuş, Ahmed Yesevî de,mürîdlerinin gönlünü kesâfet ve katılığın kapladığını, bu durumugidermenin imkânsız olduğunu görerek üzüldüğünü söylemişti. Bununüzerine Hızır �Ah, ah� diye zikre başlamış, bu zikrin tesiriyle hüzünve sıkıntı giderilmiş, zikr-i erre de bu sûretle târîkatın geleneğiolmuştur[2].


Zikr-i errenin, Hz. Zekeriyyâ (a.s) zamânından kalma bir gelenek olduğu da öne sürülmüştür[3].


Rivâyete göre Zekeriyyâ (a.s) muhâlifleri tarafından testere ilekesilip idam edilirken Allah�ı zikretmekle meşgul olmuş, böylece zikr-ierre (testere zikri) gelenek olmuştur. Zikr-i errenin Hızır ya daZekeriyyâ (a.s) ile ilişkilendirilmesi, cehrî zikri ve dolayısıylazikr-i erreyi bid�at sayıp eleştiren Hanefî âlimlerine ve bir kısımNakşbendîler�e cevap mâhiyetinde ihdâs edilmiş olmalıdır.


AhmedYesevî�nin kurduğu zikir meclisleri hakkında iki rivâyet dikkatçekicidir. Birinci rivâyete göre onun zikir meclislerinde kadın erkekbirlikte zikrederlerdi. Menkıbeye göre, bu durum bazı âlimlerintenkidine sebep olmuş, Yesevî de ateş ile pamuğu bir kutuya koyarak o alimlere vermişti. Âlimler ateşin pamuğa zarar vermediğini görerekYesevî�nin �Bizim meclisimizde kadın ve erkeklerin bir arada olmasıonların gönüllerine bir zarar vermez� demek istediği yorumuna varmışlardı[4].


Bu menkıbe meşhur ise de, Yesevî kaynaklarına göre sonraki dönemdeyaşayan Yesevîler�in bu tür müşterek zikir meclisleri kurmadıklarıanlaşılmaktadır. Ahmed Yesevî�nin zikri meclisleri hakkında ikincirivâyet de, Yesevî�nin 63 yaşından sonra yer altına girdiği ve bazıgünler o mağarada mürîdleriyle zikir meclisi düzenlediği, zikrekatılanların terlerinin akıp mağaranın alt ucundaki küp içindebiriktiği ve şerbete dönüştüğ, bu küpün sonraları hum-i ışk (aşk küpü)diye anıldığı şeklindeki menkıbedir[5].


14.yüzyıl Yesevî şeyhlerinden İsmâil Ata bir mürîdine zikir telkînettikten sonra şöyle derdi: �Ey derviş! Tarîkat kardeşi olduk. Bendenbir nasîhat kabul et: Bu dünyâyı yeşil bir kubbe olarak düşün, farz etki âlemde sâdece sen varsın, bir de Hak Teâlâ var. O kadar zikret ki,tevhîdin galebesi ile sâdece Hak Teâlâ kalsın, sen aradan çık!�[6].


İsmâil Ata�ya göre, tıpkı demircinin demiri ateşte ısıtıp sonra dövmesive eğriliklerini gidermesi gibi, mürîd de zikre devâm ettikçe gönlünükötülüklerden temizler[7].


İsmâil Ata�nın oğlu Hoca İshâk Ata, Ahmed Yesevî�nin kendi mürîdlerineiki tür zikri öğrettiğini, bunların Allah ve Hû zikirleri olduğunuifâde etmiştir[8].


16. yüzyıl Yesevî-Nakşî şeyhlerinden Ahmed b. Mahmûd Hazînî (ö. 1002/1593�ten sonra) Huccetü�l-ebrârisimli eserinde zikr-i errenin kalpteki kötü huyları giderdiğini,gönlün bu zikir sâyesinde Hakk�ı tanıdığını, kalp zikrinin Hû, Âh veHay kelimeleri ile icrâ edildiğini kaydetmiştir[9].


Hindistanlı Şattârî şeyhi Muhammed Gavs (ö. 970/1563) Cevâhiru�l-hamsisimli eserinde zikr-i erreyi (zikr-i minşârî) bazı şeyhlerin �Hay� ve�Hû� ile, bazılarının ise �Hî� ve �Hâ� harfleriyle icrâ ettiğini ifâdeetmiştir. Bu zikrin usûlü şöyledir: Sâlik iki elini iki uyluğununüzerine koyarak ve nefesini göbeğine doğru vererek �hâ� demeli, sonranefesi göbek altından kalbe çekerek baş, bel ve sırtı düz vaziyetteiken şiddetle �Hay� demeli ve bu usulle devâm edilmelidir. Bu zikir,Hû, Hay ve Allah diyerek de icrâ edilir[10].


Sâlim b. Ahmed Şeyhân Bâ-Alevî Yemenî�nin (ö. 1046/1637) es-Sifru�l-mestûr li�l-bidâye fi�z-zikri�l-menşûr li�l-velâyeisimli eserinden naklen zikr-i errenin beş türlü îfâ edildiğikaydedilmiştir. Birinci usûle göre, zikreden kimse iki dizinin üzerineoturur, ellerini iki dizinin üzerine koyar, nefesini göbeğindendamağına doğru çekmeye başlar, �Hâ� der, sonra nefesini göbeğine doğruuzatarak başı, beli, sırtı aynı hizâda olacak sûrette şiddetle aşağıyaverirken �Hay� der. Bu şekilde zikre devâm ederken oluşan ses bıçkısesine benzer. İkinci usûle göre, sâlik nefesini çekerken �Hû�, aşağıyaverirken �Hay� der. Ya da her ikisinde de �Allah� der. Üçüncü usûlegöre nefesini çekerken �Allah�, aşağıya verirken �Hû� der. Dördüncüusûle göre, her iki durumda da �Hay� der. Beşinci usûle göre, her ikidurumda da Dâim, Kâim, Hâzır, Nâzır, Şâhid der[11].


17.yüzyıl Yesevî şeyhlerinden Muhammed Şerîf Hüseynî (ö. 1109/1697) Yesevîdervişlerinin bazen �Allah�, bazen �Hay�, bazen de ikisiyle birlikte�Hay, Allah� diye zikrettiklerini, zikir esnâsında şevkin artmasıüzerine nefes alıp verirken zikreden kişilerin gırtlağından testeresesine benzer bir sesin çıktığını, sanki nefs-i emmârenin başınatestere koyup onun arzularını kesiyorlarmış gibi bir duygu oluştuğunu,dervişlerin bazı zamanlarda ise �Hû� zikri ile meşgûl olduklarını ifâdeetmiştir[12].


SüleymanŞeyhî Köstendilî (ö. 1235/1820) zikr-i erre hakkında şu bilgileriverir: �Ve bu tâife-i aliyyede Türkistân meşâyıhı beyninde zikr-i erreta�bîr ederler, bir zikirdir ki ne lisân ve ne kalb iledir. Ağızkapalı, damak ile ism-i celâle müdâvim olunduğunda bir acâyib zikirdirki destere sadâsına müşâbehe olunduğundan zikr-i erre derler. Yanidestere hırıltısına müşâbih muharrik ve gâyet müessir bir garîb savtile bir zikirdir�[13].


Müellifi bilinmeyen ve Risâle-i Zikr-i Hazret-i Sultânü�l-ârifînismiyle anılan Çağatay Türkçesi�yle yazılmış bir eserde iseYesevîler�in zikrinin altı türünden bahsedilir: 1. İsm-i zât zikri:�Allah� diye zikretmektir. Bu zikir, �Allah Hû, Allah Hû, Yâ Hû, AllahHû� şeklinde de icrâ edilir. 2. İsm-i sıfat zikri: �Hay âh, Hay âh�diye zikretmektir. Bu zikir öğle namazından sonra ayakta (kıyâmî) icrâedilir, �Hay� ve �âh� derken beş parmak yumulur. 3. Dûsere zikri: �Hay,âh, Allah, Hay, Hû� ve �Hay, Hayyen, Hû Allah; Hay, Hayyen, Hû Allah�diye zikretmektir. 4. Zikr-i Hû: �Hû, Hû, Hû Allah; Hû, Hû, Hû Allah�diye zikretmektir. 5. Zikr-i çaykun: Zikir vaktinde ritim, âhenk vemûsikînin bir arada ve uyum içinde devam etmesi için zâkirin elindeçıngırak gibi bir âleti hareket ettirmesi, çak çak diye sesçıkarmasıdır. �Hû çakka, Hû çakka� diyerek zikredilir. 6. Çehâr darb:�Hay, âh âh âh, Hay, Hû; Hay, âh âh, âh, Hay, Hû� diye zikretmektir. Bualtı zikir usûlüne ek olarak bir de �zikr-i kebûter� (güvercin zikri)vardır ki �Hû, Hû� diye icrâ edilir[14].


HindistanlıÇiştî şeyhi İmdâdullah Tehânevî (ö. 1317/1899) zikr-i erreyi şöyletârif etmiştir: Lâ ilâhe derken nefes şiddetle sağ omuza indirilir, başbiraz arkaya eğilir, sonra illallâh lafzı kalbe vurulur[15].


1873�teOrta Asya�da seyahat ederek o bölgenin kültürel hayatı hakkında önemlibilgiler derleyen Eugene Schuyler Taşkent�te Îşân Sâhib HocaMescidi�nde izlediği bir Yesevî zikrini özetle şöyle anlatır: �Perşembeakşamı bu mescide gittik. Genç yaşlı otuz kadar erkek diz üstü vekıbleye doğru oturmuş, yüksek sesle ve vücutlarını hızlıca hareketettirerek duâ okuyorlardı. Onların etrâfında bir halka vardı. Gecesıcak ve âyîn şiddetli olduğu için zikre katılanların çoğu cübbe vesarıklarını çıkarmışlardı. Şu cümleleri okuyorlardı: �Hasbî Rabbîcellallâh, mâ fî kalbî gayrullâh, nûr Muhammed sallâllâh, lâ ilâheillallâh�. Bu esnâda baş sol omuza ve kalbe doğru hızla hareketettiriliyor, ardından sağ omuza ve oradan da tekrar kalbe doğru hareketettiriliyordu. Bu hareketler yüzlerce defa tekrarlanıyor ve zikir,başkan olan Îşân�ın (şeyhin) isteğine göre genellikle bir ya da ikisaat sürüyordu. Başlangıçta hareketler yavaş idi, zamanla hızlandı.İçlerinden birisi yavaşlarsa, zikrin temposunu ayarlamakla görevli olanÎşân onun başına vuruyor ya da onu halkanın dışına itip başka birisinidâireye çağırıyordu. Zikre katılanlar o kadar ısındı ve terledi ki,zaman zaman birkaç dakika dinlenmek zorunda kaldılar. Onlar dinlenirkenyerleri hemen başkaları tarafından dolduruldu. Sesleri kısılıncayakadar farklı zikirleri okudular, sonra �Hay, Hay, Allah Hay� zikrinebaşladılar. Önceleri vücutlarını yere doğru yavaşça eğiyorlardı, sonraritim hızlandı, hepsi ayağa kalktılar. Tempo artıyordu. Her biri eliniyanındaki arkadaşının omzuna koymuştu. Merkezi bir olan birkaç halkaoluşmuştu. Mescidin bir köşesinden diğerine topluca hareket ediyorlarve dâimâ �Hay, Allah Hay� diye zikrediyorlardı. Bazen zikir �Hû Allah�şekline dönüşüyor, zâkirler bedenlerini öne ve arkaya eğiyorlardı.Sonunda zâkirlerin çoğu halkanın ortasına geldi ve çılgınca bir raksbaşladı. Bazen etraflarındaki halkadan birilerini de içeriçekiyorlardı. Fizik güçleri tükenince halkanın içine oturdular, Îşânduâ okurken onlar murâkabe ve tefekküre daldılar. Hâfız�ın Dîvân�ındanbazı beyitler okunduktan sonra zikir tekrar sesli ve hareketli olarakdevam etti. Zikir bu şekilde sabaha kadar sürer. Namazlarda olduğu gibizikirde düzenli hareket kuralları yoktur. Her şey Îşân tarafındandüzenlenir. Bir süre sonra mescidden ayrıldık ve baş Îşân�ın yanınagötürüldük. O, zikir meclisine başkanlık yapamayacak kadar hasta idiama bize biraz çay ve meyve ikram etti�[16].


MusâhipzâdeCelâl Osmanlı döneminde İstanbul�daki Özbek tekkelerinde Çağatayca veUygurca ilâhîler okunduğunu, özellikle Ahmed Yesevî�nin hikmetlerininbesteyle okunarak âyinler yapıldığını söyler[17].


Ömer Tuğrul İnançer�in naklettiğine göre, bu tekkelerde ayaktakarşılıklı saflar veya zikir halkası şeklinde yer alan dervişler,vücutlarını sağa sola eğerek ve zikir hızlandığında sağ dizlerini yerevurup tekrar dikilerek zikrederlerdi[18].


Burivâyetlerden, zikr-i errenin bir çok türü olduğu anlaşılmaktadır. OrtaAsya�da bir alan araştırmasının yapılması ve bu usûlleri gelenekselolarak bilen kişiler varsa icrâsının videoya kaydedilmesi, târihekarışan bu kültürün sonraki nesillere tanıtılması için önemli birhizmet olacaktır.


-----------------------------------------

Dipnotlar:

        [1]            Ahmed Kâsânî, Risâle-i Bâbüriyye, İstanbul Ün. Ktp., FY, nr.     649, vr. 239b.

        [2]            Ahmed b. Mahmûd Hazînî, Cevâhiru�l-ebrâr, İstanbul Ün. Ktp.,     TY, nr. 3893, vr. 37a-b.

        [3]            Hazînî, Huccetü�l-ebrâr, Paris, Bibliotheque Nationale, Pers.     A.F. 263, vr. 121a.

        [4]            Hüseyin b. Ali Sığnâkî, Menâkıb-ı Ahmed-i Yesevî, Özbekistan     Fenler Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Ens. Ktp., nr. 11084, vr. 12b.

        [5]            Muhammed Âlim Sıddîkî, Lemehât, İslâmâbâd 1986, s. 44-45.

        [6]            Ali b. Hüseyin Safî, Reşahât-ı Aynü�l-hayât, Tahran 2536/1977,     I, 27; Muhammed Şerîf Hüseynî, Huccetü�z-zâkirîn, Süleymaniye Ktp.,     Reşid Efendi, nr. 372, vr. 100a. 

        [7]            Hâce İshâk b. İsmâil Ata, Hadîkatü�l-ârifîn, Özbekistan Fenler     Akademisi Bîrûnî Şarkiyat Ens. Ktp., nr. 11838, vr. 52a). 

        [8]            Hâce İshâk, ae, vr. 53a.

        [9]            Hazînî, Huccetü�l-ebrâr, vr. 106b-107a, 138b.

            [10]           Bk. Harîrîzâde Kemâleddîn, Tibyânu vesâili�l-hakâik,     Süleymaniye Ktp., İbrâhim Efendi, nr. 432, III, 266a.

            [11]           Harîrîzâde, ae, III, 265b-266a arasına eklenen not sayfası. 

            [12]           Muhammed Şerîf Hüseynî, Huccetü�z-zâkirîn, vr. 73b-74a; a. mlf.,    Tuhfetü�s-sâlikîn, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 372, vr.     210a-b. 

            [13]           Köstendilî, Mir�âtü�l-muvahhidîn, Süleymaniye Ktp., Serez, nr.     1515, vr. 107b-108a.

            [14] Bakhtiyar Babadjanov, �Une Nouvelle Source sur les Rituels de la Tarîqa Yasawiyya: Le Risâla-yi Dhikr-i Sultân al-�Ârifîn�, Journal of the     History of Sufism, 3 (2001), s. 224-227. 

            [15]           İmdâdullah Tehânevî, Ziyâü�l-kulûb, Leknev ts., s. 15-16. 

        [16]           Eugene Schuyler, Turkistan, London 1876, I, 158-161.

            [17]           Musahipzade Celâl, Eski İstanbul Yaşayışı, İstanbul 1946, s.     44. 

            [18]           Ömer Tuğrul İnançer, �Nakşibendîlik-Zikir Usûlü ve Musiki�, Dünden     Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VI, 39.

--------------

(*) Dr. Necdet Tosun,Bandırma 1971 doğumlu, Marmara Ün. İlâhiyat Fakültesi mezunu (1993);aynı üniversitenin Sosyal Bilimler Enstitüsü�nde 1995�te yükseklisansını, 2002�de doktorasını tamamladı. İstanbul�da Marmara Ün.İlâhiyat Fakültesi�nde öğretim elemanıdır. Anadolu, Orta Asya veHindistan tasavvufu üzerine yayınları vardır.

Bilimsel Çalışmaları:

a.Telif Kitaplar

1.İbn Arabî Öncesi Tasavvufta Halvet ve Uzlet(yayınlanmamış yüksek lisans tezi, Marmara Ün. Sosyal Bilimler Ens.,İstanbul 1995). Bu eserde, tasavvufî bir eğitim metodu olarak halvet veuzlet konusu temel kaynaklara mürâcaatla ele alınmıştır.

2.Tasavvufta Hâcegân Ekolü (XII-XVII. Asırlar) (Doktora tezi, Marmara Ün. Sosyal Bilimler Ens. İstanbul 2002). Bu tez, Bahâeddin Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı(XII-XVII. Asırlar) adıyla yayınlanmıştır (İstanbul,İnsan Yayınları, 2002). Eserde Orta Asya�da kurulan Hâcegân tarîkatıile onun devâmı olan Nakşbendîliğin 12-17. asırlar arasındaki târihi vedoktrinleri ele alınmıştır. Bu kitabın içindeki �Bahâeddin Nakşbend�bölümü bazı ilâve ve değişiklikler ile Bahâeddîn Nakşbend adıyla küçük boy olarak tekrar yayınlanmıştır (İstanbul, İnsan Yayınları, 2004).

3.İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sirhindî: Hayatı, Eserleri, Tasavvufî Görüşleri,İstanbul, İnsan Yayınları 2005. Eserde Hindistan�da yaşamış olan veİmâm-ı Rabbânî lakabı ile anılan Ahmed Sirhindî�nin hayatı, tasavvufîgörüşleri, getirdiği yenilikler ve tesirleri ele alınmıştır.

b. Tercüme Kitaplar

1.İbrahim Kâzerûnî, Ahmed er-Rifâî Menkıbeleri, İstanbul, Gelenek Yayıncılık, 2004. Farsça ve henüz yazma hâlinde bulunan Şifâü�l-eskâm isimli eserin Necdet Tosun ve Nurettin Bayburtlugil tarafından yapılan Türkçe tercümesidir.

2.Yusuf Hemedânî, Hayat Nedir, İstanbul, İnsan Yayınları, 1998. Miladî 12. yüzyılda yaşayan Yusuf Hemedânî�nin Rütbetü�l-hayât isimli tasavvufî eseri ile, Abdülhâlik Gucdevânî�ye nisbet edilen Makâmât-ı Yûsuf-i Hemedânî isimli Farsça eserlerin Türkçe tercümesidir.

3.Muhammed Pârsâ, Risâle-i Kudsiyye Tercümesi, İstanbul, Erkam yayınları, 1998. Muhammed Pârsâ�nın Risâle-i Kudsiyye isimli Farsça eserinin Risâle-i Kudsiyye: Muhammed Bahâeddin Hazretlerinin Sohbetleri adıyla yapılmış Türkçe tercümesidir.

4.İmâm-ı Rabbânî Ahmed Sihrindî, Rabbânî İlhamlar: Mebde� ve Meâd, İstanbul, Sufi Kitap 2005.

 
Gönül Dostları  
   
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol